... |
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler
Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü tarafından Atatürk Kitaplığı’nda
gerçekleştirilen ve başkanlığını Abdülhamit Güler’in yaptığı panele konuşmacı
olarak Sinema Yazarı Burçak Evren, Film Arası Dergisi’nden Suat Köçer, Altyazı
dergisinden Fırat Yücel, Modern Zamanlar dergisinden Ege Görgün katıldı.
Konuşmacılar, Türkiye’de sinema dergilerinin okur
bulmakta ciddi zorluklar yaşadıklarını ve ekonomik sıkıntılar çektiklerini dile
getirdiler. Sinema Yazarı Burçak Evren, “Biz, sinema dergiciliğinde her kulvarı
denedik. Tutmuyor; çünkü sinema, izlendiği kadar okunan bir olgu değil. 73 tane
iletişim fakültesi, 35 tane güzel sanatlar, binlerce sinemasever… Almıyorlar!
Hangi sanat dergisi sattı Türkiye’de? Bırakın sinema dergisini, kültür sanat
dergisi satmadı” diye konuştu.
Geçmişten günümüze sinema dergiciliği
Panelde ilk sözü alan Sinema Yazarı Burçak Evren, kendisi
takdim edilirken kullanılan “tecrübeli” sıfatına atıfta bulunarak “Tabii
tecrübem var, dediğiniz doğru; çok sinema dergisi çıkardım ve o kadar sinema
dergisi de batırdım. Tabii ki ‘batırma’, bizim sinema dergiciliğine bakış
açımızdan daha çok, Türkiye’deki sinema dergiciliğinin bir çeşit yazgısı sonucu
oldu. Yani sermayesi büyük kurumlarda da sinema dergisinin yazgısı aynı,
kişisel çabalarınızla ya da birikiminizle çıkardığınız sinema dergilerinde de
aynı ” diye konuştu. Evren, daha sonra başlangıcından günümüze Türkiye’de
sinema dergiciliğinin tarihini özetledi.
Burçak Evren, Türkiye’de 1914’ten itibaren Fransızca ve
Osmanlıca olarak yayınlanmaya başlayan ilk sinema dergilerinin uydurma haberler
üzerine kurulu olduğunu, henüz Türk sineması ortaya çıkmadığı için de
‘Hollywood adına konuşan dergiler’ olduğunu söyledi. Evren, Türk sinemasında
yılda 4-5 filmin yapılmaya başlandığı 1930’lu yıllardan itibaren de içerikleri
çok zayıf, yüzeysel, çoğunlukla da masa başında yazılan yazılardan oluşan
dergiler yayınlandığını anlattı. ‘Sinema kuşağı’nın ortaya çıktığı 1950’li
yıllardan itibaren günlük gazetelerde sinema köşeleri oluşmaya; Salâh Birsel,
Fikret Âdil, Semih Tuğrul, Tarık Dursun Kakınç gibi ilk sinema yazarlarının
sinemaya dair eleştiri ve tanıtım yazılarının yayınlanmaya başladığını
belirtti. Sinema dergiciliğinin kırılma noktasının 1960’yı yıllar olduğunu
kaydeden Evren, “Birçok sinema tarihinde 60’lı yıllar Türk sinemasında bir kriz
dönemi olarak tanımlanır ki çok yanlıştır bu. Nereden, hangi kaynaklara
dayanarak yapıldığı pek bilinmez ama 60’lı yıllar Türk sinemasının bir
duraklama devri (olarak kaydedilir). Oysa benim sinema tarihinde bu döneme
verdiğim ad, “altın yıllar’dır” dedi. Evren, 60’lı yıllarda ilk sinema
festivallerinin (Antalya, Adana, İzmir) düzenlenmeye başlandığını, sinemada ilk
örgütlenme bilincinin doğduğunu, Türk Sinematek Derneği’nin, Kulüp Sinema 7’nin
kurulduğunu ve sinema dergileri çıktığını anlattı. Evren, sözlerine şöyle devam
etti:
“Bu dergiler arasında Sinematek’in çıkardığı Yeni Sinema,
gerçekten bizim kuşağın, ikinci kuşak dediğimiz eleştirmen kuşağın yetişmesinde
Sinematek’le birlikte çok büyük rol oynayan bir dergi. Ciddi, ağırbaşlı, sadece
eleştirilere değil sinema üzerine kuramsal yazılara yer veren ve bu güne kadar
da belki de onun ayarında çıkmayan bir özelliğe sahip. Yine Film Program
dergisi, Film 70, 71, 72 diye çıkan, Film Arşivi’nin çıkardığı film dergileri,
Özgür Sinema, daha sonra Ulusal Sinema, ve hemen hemen her gazetede bir sinema
eleştirisinin yer alması, dolayısıyla gündelik basının yanında süreli yayınlar
da dergiciliğin hız almasına neden oldu.”
Evren, 70’li yılların, sinemanın politik olarak
algılandığı ve her derginin bir kimlik kazandığı, sinemaya bir başka
pencereden, başka açılardan bakıldığı, sinema dergiciliğinin de altın yıllarını
yaşadığı bir dönem olduğunu ifade etti.
80’li yıllarda sinemadaki krizle birlikte sinema
dergiciliğinde de birtakım değişim ve dönüşümlerin yaşandığını belirten Evren,
daha sonra video filmlerin toplum hayatına girmesiyle birlikte video
dergilerinin çıktığını söyledi.
Sinema dergilerinin “kitlesel dergiler” ve sinemayı
kültür-sanat bazında algılayan, belli bir kesime hitab eden, belki okuru
olmayan ama “sinemayı yapanları etkileyen dergiler” şeklinde tasnif
edilebileceğini belirten Evren, Yıldız, Artist ve Ses dergilerinin, Türk sinema
sektörünü etkileyerek onu biçimlendiren dergiler olduğunu kaydetti. Evren, bu
dergilerin kendi dönemlerine tanıklık eden araştırma ve incelemelere yer
verdiklerini, yeni bir sinema yazarı, sinema eleştirmeni yaratma işlevi
üstlendiklerini ifade etti.
Sinemaya en çok katkısı olanlar sinema yazarlarıdır
Sinema dergiciliğinin hiçbir zaman cazip olmadığını dile
getiren Evren, “Hani bana sorsalar, ‘sinemaya en çok katkısı olan kişiler ve
sinemayı en çok seven, yaşam biçimi yapan kişiler kimlerdir?’ derseniz,
yönetmenleri saymam, senaristleri saymam, yapımcıları saymam, gerçekten sinema
dergilerini çıkaranları sayarım. Çünkü hiçbir karşılık beklemeden, bir getirisi
olmadan, hep veren, verdiği oranda da batan, bir işi sevgiyle, aşkla yapmanın
ötesinde bence hiçbir şey olamaz” diye konuştu.
Evren, birkaçı dışında sinema dergilerinin hiçbirinin
istenilen noktaya gelemediğini belirterek, dünyaca ünlü sinema dergilerinin,
ait oldukları ülkenin sinemasını ele aldıklarını, Türkiye’de yayınlanan
dergilerde ise Türk sinemasının yerinin yüzde 5’i geçmediğini söyledi. Evren,
“O da söyleşi ya da eleştiri bazında oluyor” dedi.
Sinema dergilerinin esas görevinin, kendi dönemlerine
tanıklık etmek olması gerektiğinin altını çizen Evren, 1920’li, 30’lu, 40’lı
yıllara dair belgeleri kolaylıkla bulabilmesine rağmen, 80’li 90’lı yılların
sinemasının rengini, sorunlarını yansıtan bilgileri dönemin sinema dergilerinde
bulamadığını söyledi. Evren, bunu, ticarî bir getirisi olmayan sinema
dergilerinin tiraj kaygısı taşıyarak yayın yapmalarına ve telif müessesesini
işletemeyişlerine bağladı. Evren, Türk sinemasına dair araştırma ve inceleme
yapmanın uzun zaman emek harcamayı gerektirdiğini, artık bunu yapacak kişilerin
bulunmadığını, genç yazarların, ‘dönemine tanıklık edeceği olguları
ıskaladıklarını’ ifade etti. İçinde
bulunduğumuz dönemde sinemaya baskı ve sansür uygulandığını ileri süren Evren,
bunun sinema dergileri tarafından sorgulanması gerektiğini ancak
sorgulanmadığını söyledi.
“Beyoğlu’nda artık sinema olgusu bitti. Artık semt
sinemaları kapandı. Son Sinepop’la birlikte tarihe gömüldü” diyen Evren,
sinemaların alışveriş merkezlerine kaydığını, sinemaya gitmenin film izlemenin
ötesinde bir ritüel olma olgusunun ortadan kalktığını, bunun da ‘korkunç bir
şey’ olduğunu, bunun sebeplerinin irdelenmesi gerektiğini dile getirdi.
Dergilerin özel sayılar çıkarmaları gerektiğini belirten
Evren, “Bizim gazetecilikte sinema dergisinin tutulup tutulmadığına, değerli
olup olmadığına dair bir kıstas vardır, o da çok basittir: Eğer bir sinema
dergisi, piyasaya çıktıktan bir ay sonra sahhaflara düşüyorsa, okunup, bakılıp
atılan dergidir. Eğer sahhaflara düşmüyorsa saklanan dergidir” dedi.
Sinema öğrencileri bile sinema dergisi okumuyorlar
Sinema dergilerinin tirajının çok düşük olduğunu, sinema
dergisi okuma alışkanlığının ortadan kalktığını dile getiren Evren, şunları
söyledi:
“Ben, hasbelkader yedi üniversitede sinema dersleri
veriyorum. Vallahi bu güne kadar öğrencimin elinde bir-ikisinin dışında bir
sinema dergisi görmedim. Meselâ benim sınav sorularımdan birisi, 3 tane sinema
eleştirmeninin adını sayın diyorum, hâlâ bizleri sayıyorlar, eskileri
sayıyorlar. Yani sinema dergisiyle bir bağlantı yok. Daha kötüsünü söyleyeyim;
A tipi festivallerde kapıda bazı sinema dergileri promosyon olarak konuyor;
inanın sinemacı bile promosyon olarak sunulan o dergileri eliyle tutup almıyor.
Alsa bile baktıktan sonra oturduğu yere bırakıp gidiyor.”
Evren, sinema dergilerinin, sinemayı sevdirecek, sinemayı
öğretecek, sinemanın tadını, zevkini, keyfini verecek en önemli araçlar olduğunu
ancak sinemayla bilfiil uğraşanların bile bu dergilerden habersiz olduklarını
söyledi.
"Sinema Belge"yi yayınlamak istiyorum
Bir sinema dergisinin çıktıktan bir süre sonra
kapanacağını bildiği halde bu işi yapmaktan geri durmadığını ifade eden Evren, sözlerine
şöyle devam etti:
“Yine yaparım, 3 sayı da çıksa. Şimdi işte kafamda
‘Sinema Belge’ diye var. Elimde binlerce eski Türkçe belge var. Bunları
yayınlamak istiyorum. Kim okur, bilmiyorum ama bu belgeler benimle gitsin
istemiyorum. Mutlaka ve mutlaka biliyorum ki, benden sonraki kuşaklar, bu
belgelere bakarak çok yararlanacaklardır. Böyle bir hevesim var. Belki 100 tane
satarım ama mutlaka sinema dergisini ben, çok satandan daha çok, çok doğuran,
yani akademisyenlerin eline geçmesini, gerçek kişinin eline geçmesini
istiyorum; çünkü o belgeleri veya o dergileri onlar doğurarak binlerce yazıyla
yayabilirler. Amacım ana kaynağa seslenmekti, hiçbir zaman okura oynamadım.
Birkaç kere oynadım yine aynı neticeyi aldım. Onun için, demek ki ona da satsan
buna da satsan aynı…”
Günümüz dergileri
Filmleri bir süper arket ürünü gibi değerlendirmiyoruz
Altyazı dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Fırat Yücel de,
derginin çıkış hikâyesini özetledi. Yücel, derginin, başlangıçta doğrudan
sinemaya yoğunlaşan bir dergiyken zamanla farklı disiplinlerden faydalanan bir
dergi hâline geldiğini söyledi. Yüceli derginin sinemaya bakışını ve filmler
karşısındaki duruşunu tanımlarken de, “Eğer ki siz, eleştirel yaklaşımınızda
bir filmi ‘iyi-kötü’ şeklinde bir sınıflandırma yolunu tercih ederseniz her
zaman piyasanın bir parçası hâline gelirsiniz diye düşünüyorum. Çünkü piyasanın
talebi, filmlere aslında bir süper market ürünü gibi bakmanızdır. Bir şekilde o
oyunun parçası olduğunuzda, aslında eleştirel düşünce üretemez bir hâle
geliyorsunuz” diyerek, bu tavrı benimsemediklerini ve Altyazı’nın bu
belirlemeden sonra rayına oturduğunu anlattı.
Sinema çevreleri özgün içerik için destek vermiyorlar
Sinema dergisi Yazı İşleri Müdürü Engin Ertan da,
dergilerinin başlangıçta sinema eleştirisine yer vermeyen popüler bir dergi
projesi olarak düşünüldüğünü ancak bu projenin işletilemediğini ve 5. sayıdan
sonra kadrosunun değiştirilerek sinema yazarlarının içerik hazırladığı bir
dergiye dönüştürüldüğünü anlattı. Ertan, sıradan bir sinemaseverin de bir
sinema tutkununun da, sinemayı öğrenmek isteyen birinin de eşdeğer bir içerik
bulabileceği bir dergi yapmak istediklerini ifade etti.
Dergilerin özgün bir içerikle çıkmalarının çok arzu
edilen bir şey olduğunu ancak Türkiye şartlarının buna imkân sağlamadığını
söyledi. Ertan, “Çünkü yurt dışında olduğu gibi burası dağıtım şirketlerinin
sinema yazarlarına aylar önceden ‘Aa tabi sizin düzgün bir içerik sağlamanız
için biz filmi size bir ay öncesinden izlettiririz. Tabii ki istediğiniz her
türlü filmin setine de göndeririz. Özel röportajlar da ayarlarız’ diye imkân
sundukları bir yer değil. Dolayısıyla ister istemez hani bazen filmi görmeyip
de filmle ilgili beklentinize dair bir izlenim yazısı yazdığınız… (…) Bu gibi
sorunları var işte. Yani yurt dışındaki meslektaşlarımız kadar bilgiye
zamanında ulaşmak konusunda çok ciddi sorunlar var” diye konuştu. Ertan, ticarî
getirisinin olmayışı sebebiyle sinema dergilerinin yayıncı patronlar tarafından
da sevilmediğini belirterek, “Bir sinema dergisine yatırım yapan kişinin
kesinlikle ve kesinlikle bir sinemasever olduğunu ve bunun sayısının da çok
fazla olmadığını biliyoruz Türkiye’de. Dolayısıyla satışınızın öyle 50 binlerde
60 binlerde seyretmesi mümkün değil Türkiye’de, eğer sinema dergiciliği
yapıyorsanız” dedi.
Sinema dergiciliği Don Kişot'luk
Film Arası dergisi Genel Yayın Yönetmeni Suat Köker ise,
dergilerinin, arkadaş çevresi içinde yapılan sinema konuşmaları sürecinde
‘kendiliğinden’ doğduğunu ifade etti. Derginin ekonomik sıkıntı çektiğini,
Türkiye’de sinemanın henüz gerçek anlamda bir meslek olarak kabul edilmediğini
ifade eden Köker, “Böyle bir alana yönelik bir dergi çıkarmak zaten başlı
başına bir Don Kişot’luk” dedi. Köker, dergi çalışanlarının para almadıklarını
ve derginin büyük bir özveri ile çıktığını kaydetti.
Patronların gözünde değeri yok
Modern Zamanlar dergisinden Ege Görgün de, Türkiye’de
sadece sinema dergilerinin değil akla gelebilecek her türlü derginin okur
sıkıntısı çektiğini belirterek, şöyle konuştu:
“Sektörün başındakiler için artık dergiler, kendileri de
dergici olmadığı için, dergileri sadece araya reklam alınacak, insanların yazı
yazdığı, fotoğraf koyduğu nesneler olarak görmeye başlamışlar. Yani o reklamlar
girdikten sonra ne yazıldığını pek umursamıyor patronlar açıkçası. Yurt dışında
çoğu dergi, sadece satış rakamıyla bile kendini döndürebilecek durumdadır ama
Türkiye’de dergilerden reklamları çıkarın, ben zannetmiyorum ki reklam olmadan
herhangi bir dergi kendini çevirebilecek güce sahip olsun. (…) Türkiye’de ciddi
bir okur sıkıntısı var ama o okur sıkıntısını aşabilecek içerik üretebilecek
bir dergicilik müessesesi de yok ama ikisi birbirini zaten tetikleyen şey.
Patronların dergiye yatırım yapabilmesi için, onlar bekliyor ki ‘Bu dergi çok
satsın, ben de yatırım yapayım’ ama diğer taraftan yatırım yapmadan da okur
kazanamıyorsun. Yani, bir paradoksun içerisinde tıkanmış durumda Türkiye’deki
dergicilik.”
Dergiciliğin en büyük probleminin dağıtım problemi
olduğunu belirten Görgün, “Dağıtım, ‘Benim 1 milyon Dolarım var’ diyen adamı
bile 1 sene sonra bitirir. Dağıtımı aşamadığınız zaman da, yani o parayı
verdiğiniz sürece bağımsız dergilerin büyümesi, gelişmesi söz konusu değil
zaten” dedi.
Dergiler neden okuyucu edinemiyor?
Dergiler satışla değil reklamla ayakta duruyorlar
Panelin soru-cevap bölümünde konuklara sinema
dergilerinin neden yeterince okuyucu bulamadıkları soruldu.
Modern Zamanlar dergisinden Ege Görgün, bunun sadece
sinema dergilerine mahsus bir problem olmadığını belirterek, “Türkiye’de dergi
okunmuyor. Dergi okuma kültürü yok. Yani sinema dergileri okunmuyor değil,
diğer dergiler de okunmuyor. Okunuyor sandıklarınız çok az okunuyorlar.
Dergiler sadece reklamlar sayesinde ayakta duruyor. Yani o dergileri biz
içlerini yapıyoruz ama o dergileri ayakta tutanlar, kapı kapı dolaşıp şık şık
giyinen reklamcı hanımlar, reklamcı beyler… Dergiler onlar sayesinde ayakta
kalıyor” diye konuştu.
İşimizi ticarî bir iş olarak görmüyoruz
Altyazı dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Fırat Yücel de,
sinema dergicilerinin yaptıkları işe ticarî bir bakışları olmadığını belirterek
“Hani bir bakkal gibi davransak sinemayı da o kadar pazarlanabilir bir hâle
getirebiliriz. Bazı rakamlar var, hani yanında promosyonunu da yapıp, afiş, CD
gibi hediyelerle bunu daha çekici kılan, 20 binlere ulaşan örnekler var. Ama
öyle ticarî bir bakış burada kimsede yok. (…) Türkiye’de nitelik arttığında
satış azalabilir” dedi.
Sinema, izlendiği kadar okunan bir olgu değil
Burçak Evren ise, “Ben niye sinema dergisi çıkartıyorum?
Benim bir derdim var. Sinemamla bir derdim var, ülkemle bir derdim var, bir
amacım var, bir ideolojim var, bir dünya görüşüm var. Yani dergi çıkarmak için
çıkarmıyorum ben. Para kazanmak için ve ticaret yapmak için de çıkarmıyorum;
çünkü ben dergiciyim. Sinema dergisi diye bir derdim var benim, söyleyecek bir
sözüm var; bunun için çıkartıyorum. Bunun ticarî olmadığı zaten belli. Biz,
sinema dergiciliğinde her kulvarı denedik. Tutmuyor; çünkü sinema, izlendiği
kadar okunan bir olgu değil. 73 tane iletişim fakültesi, 35 tane güzel sanatlar,
binlerce sinemasever… Almıyorlar! Hangi sanat dergisi sattı Türkiye’de? Bırakın
sinema dergisini, kültür sanat dergisi? Satmadı! Çünkü dertleri o değil.
Televizyonda bin tane spor programı var. Gazetelerde sanat sayfaları dörtte
bir, bazen hiç yok. 5 sayfa spor sayfaları var. Peki Türkiye’de ciddi bir spor
dergisi çıkıp da sattı mı? Satmaz! Çünkü izlenir, konuşulur. Lütfi Akad’ın
dediği gibi, Türkiye’de herkes bir kendi işini, bir de sinemayı biliyor. Şimdi
bir de sporu biliyor. Fakat ciddi bir spor dergisi var mı? Futbolun dışında,
atletizm müsabakasına stadyumda kaç kişi gidiyor? 3 kişi gidiyor, 5 kişi
gidiyor. Yaşamımızda yok. Sinemamız da böyle; izlendiği gibi okunan bir olgu
değil. Kimse okumuyor. Sinemacı da okumuyor. Öğrenci okumuyor. Sinemayla bilfiil
ilgilenen kişi okumuyor. (…) Yani biz konuştuğumuz gibi düşünmüyor,
düşündüğümüz gibi konuşmuyoruz. Hep iyisini istiyoruz ama iyisini dışlıyoruz.
Sinema, izlendiği kadar okunan bir meta değil. Peki sinema dergisini
okumayacaksanız sinemayla bilgi birikimi nasıl elde edebilirsiniz? Kitaplar
zaten 500 tane satıyor. (…) Artık dergi okuma alışkanlığını yitirdik.
Sinema hiçbir zaman okunmayacak
Altyazı dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Fırat Yücel, bu
durumun Türkiye’ye has bir durum olmadığını, yurt dışında da pek çok sinema
dergisinin kapandığını, yayınlananların da satış rakamlarının çok düşük
olduğunu söyledi. Sinema dergisi Yazı İşleri Müdürü Engin Ertan da, “Sinema
hiçbir zaman çok okunmayacak” dedi. Sinema dergisi Yazı İşleri Müdürü Engin
Ertan da, Sight & Sound dergisinin bile dijital versiyona geçtiğine işaret
etti. Türkiye’de kültürle, okuma ile ilişkinin çok daha vahim boyutlarda
olduğunu ifade eden Ertan, şöyle konuştu: “Ben yüksek lisans yaparken sinema
bölümüne gelip master yapacak öğrencilerin makale okumayı reddettiklerini
gördüm. ‘Biz teknik şeyler öğrenmek için geldik buraya. Niye bize akademik
şeyler okutuyorsunuz, anlamıyoruz’ dediklerini gördüm ve bunlar hani lise
öğrencisi değil, ne istediğini bilmeden üniversiteye yerleşmiş lisans öğrencisi
değil; kendisi seçip sinema yüksek lisansı yapmaya gelmiş çocuklar.”
Zamanın ruhu kolaycılığı telkin ediyor
Modern Zamanlar dergisinden Ege Görgün ise, 'zamanın
ruhu' olarak nitelendirdiği tüketim toplumunun özellikle 80 sonrası doğan
kuşağa ‘sen istediğin her şey olabilirsin ve bunun için uğraşmak zorunda da
değilsin’ mesajı verdiğini, üniversite öğrencilerinin de okumadan yazmak
istediklerini çünkü okumadan yazabileceklerine, çalışmadan
yapabileceklerine inandırıldıklarını
ifade etti. Görgün, çıraklık, ustalık süreçlerine artık itibar edilmediğini
söyledi.
(Haber: Sürur Öztürk / Fotoğraf: Gültekin Karakaş)
0 yorum:
Yorum Gönder