14 Aralık 2012 Cuma

Burçak Evren: Sinema, izlendiği kadar okunmuyor

...
Türkiye’de sinema dergiciliğinin sorunları, düzenlenen bir panelde tartışıldı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü tarafından Atatürk Kitaplığı’nda gerçekleştirilen ve başkanlığını Abdülhamit Güler’in yaptığı panele konuşmacı olarak Sinema Yazarı Burçak Evren, Film Arası Dergisi’nden Suat Köçer, Altyazı dergisinden Fırat Yücel, Modern Zamanlar dergisinden Ege Görgün katıldı.

Konuşmacılar, Türkiye’de sinema dergilerinin okur bulmakta ciddi zorluklar yaşadıklarını ve ekonomik sıkıntılar çektiklerini dile getirdiler. Sinema Yazarı Burçak Evren, “Biz, sinema dergiciliğinde her kulvarı denedik. Tutmuyor; çünkü sinema, izlendiği kadar okunan bir olgu değil. 73 tane iletişim fakültesi, 35 tane güzel sanatlar, binlerce sinemasever… Almıyorlar! Hangi sanat dergisi sattı Türkiye’de? Bırakın sinema dergisini, kültür sanat dergisi satmadı” diye konuştu.

Geçmişten günümüze sinema dergiciliği

Panelde ilk sözü alan Sinema Yazarı Burçak Evren, kendisi takdim edilirken kullanılan “tecrübeli” sıfatına atıfta bulunarak “Tabii tecrübem var, dediğiniz doğru; çok sinema dergisi çıkardım ve o kadar sinema dergisi de batırdım. Tabii ki ‘batırma’, bizim sinema dergiciliğine bakış açımızdan daha çok, Türkiye’deki sinema dergiciliğinin bir çeşit yazgısı sonucu oldu. Yani sermayesi büyük kurumlarda da sinema dergisinin yazgısı aynı, kişisel çabalarınızla ya da birikiminizle çıkardığınız sinema dergilerinde de aynı ” diye konuştu. Evren, daha sonra başlangıcından günümüze Türkiye’de sinema dergiciliğinin tarihini özetledi.

Burçak Evren, Türkiye’de 1914’ten itibaren Fransızca ve Osmanlıca olarak yayınlanmaya başlayan ilk sinema dergilerinin uydurma haberler üzerine kurulu olduğunu, henüz Türk sineması ortaya çıkmadığı için de ‘Hollywood adına konuşan dergiler’ olduğunu söyledi. Evren, Türk sinemasında yılda 4-5 filmin yapılmaya başlandığı 1930’lu yıllardan itibaren de içerikleri çok zayıf, yüzeysel, çoğunlukla da masa başında yazılan yazılardan oluşan dergiler yayınlandığını anlattı. ‘Sinema kuşağı’nın ortaya çıktığı 1950’li yıllardan itibaren günlük gazetelerde sinema köşeleri oluşmaya; Salâh Birsel, Fikret Âdil, Semih Tuğrul, Tarık Dursun Kakınç gibi ilk sinema yazarlarının sinemaya dair eleştiri ve tanıtım yazılarının yayınlanmaya başladığını belirtti. Sinema dergiciliğinin kırılma noktasının 1960’yı yıllar olduğunu kaydeden Evren, “Birçok sinema tarihinde 60’lı yıllar Türk sinemasında bir kriz dönemi olarak tanımlanır ki çok yanlıştır bu. Nereden, hangi kaynaklara dayanarak yapıldığı pek bilinmez ama 60’lı yıllar Türk sinemasının bir duraklama devri (olarak kaydedilir). Oysa benim sinema tarihinde bu döneme verdiğim ad, “altın yıllar’dır” dedi. Evren, 60’lı yıllarda ilk sinema festivallerinin (Antalya, Adana, İzmir) düzenlenmeye başlandığını, sinemada ilk örgütlenme bilincinin doğduğunu, Türk Sinematek Derneği’nin, Kulüp Sinema 7’nin kurulduğunu ve sinema dergileri çıktığını anlattı. Evren, sözlerine şöyle devam etti:

“Bu dergiler arasında Sinematek’in çıkardığı Yeni Sinema, gerçekten bizim kuşağın, ikinci kuşak dediğimiz eleştirmen kuşağın yetişmesinde Sinematek’le birlikte çok büyük rol oynayan bir dergi. Ciddi, ağırbaşlı, sadece eleştirilere değil sinema üzerine kuramsal yazılara yer veren ve bu güne kadar da belki de onun ayarında çıkmayan bir özelliğe sahip. Yine Film Program dergisi, Film 70, 71, 72 diye çıkan, Film Arşivi’nin çıkardığı film dergileri, Özgür Sinema, daha sonra Ulusal Sinema, ve hemen hemen her gazetede bir sinema eleştirisinin yer alması, dolayısıyla gündelik basının yanında süreli yayınlar da dergiciliğin hız almasına neden oldu.”

Evren, 70’li yılların, sinemanın politik olarak algılandığı ve her derginin bir kimlik kazandığı, sinemaya bir başka pencereden, başka açılardan bakıldığı, sinema dergiciliğinin de altın yıllarını yaşadığı bir dönem olduğunu ifade etti.

80’li yıllarda sinemadaki krizle birlikte sinema dergiciliğinde de birtakım değişim ve dönüşümlerin yaşandığını belirten Evren, daha sonra video filmlerin toplum hayatına girmesiyle birlikte video dergilerinin çıktığını söyledi.

Sinema dergilerinin “kitlesel dergiler” ve sinemayı kültür-sanat bazında algılayan, belli bir kesime hitab eden, belki okuru olmayan ama “sinemayı yapanları etkileyen dergiler” şeklinde tasnif edilebileceğini belirten Evren, Yıldız, Artist ve Ses dergilerinin, Türk sinema sektörünü etkileyerek onu biçimlendiren dergiler olduğunu kaydetti. Evren, bu dergilerin kendi dönemlerine tanıklık eden araştırma ve incelemelere yer verdiklerini, yeni bir sinema yazarı, sinema eleştirmeni yaratma işlevi üstlendiklerini ifade etti.

Sinemaya en çok katkısı olanlar sinema yazarlarıdır

Sinema dergiciliğinin hiçbir zaman cazip olmadığını dile getiren Evren, “Hani bana sorsalar, ‘sinemaya en çok katkısı olan kişiler ve sinemayı en çok seven, yaşam biçimi yapan kişiler kimlerdir?’ derseniz, yönetmenleri saymam, senaristleri saymam, yapımcıları saymam, gerçekten sinema dergilerini çıkaranları sayarım. Çünkü hiçbir karşılık beklemeden, bir getirisi olmadan, hep veren, verdiği oranda da batan, bir işi sevgiyle, aşkla yapmanın ötesinde bence hiçbir şey olamaz” diye konuştu.

Evren, birkaçı dışında sinema dergilerinin hiçbirinin istenilen noktaya gelemediğini belirterek, dünyaca ünlü sinema dergilerinin, ait oldukları ülkenin sinemasını ele aldıklarını, Türkiye’de yayınlanan dergilerde ise Türk sinemasının yerinin yüzde 5’i geçmediğini söyledi. Evren, “O da söyleşi ya da eleştiri bazında oluyor” dedi.

Sinema dergilerinin esas görevinin, kendi dönemlerine tanıklık etmek olması gerektiğinin altını çizen Evren, 1920’li, 30’lu, 40’lı yıllara dair belgeleri kolaylıkla bulabilmesine rağmen, 80’li 90’lı yılların sinemasının rengini, sorunlarını yansıtan bilgileri dönemin sinema dergilerinde bulamadığını söyledi. Evren, bunu, ticarî bir getirisi olmayan sinema dergilerinin tiraj kaygısı taşıyarak yayın yapmalarına ve telif müessesesini işletemeyişlerine bağladı. Evren, Türk sinemasına dair araştırma ve inceleme yapmanın uzun zaman emek harcamayı gerektirdiğini, artık bunu yapacak kişilerin bulunmadığını, genç yazarların, ‘dönemine tanıklık edeceği olguları ıskaladıklarını’ ifade etti.  İçinde bulunduğumuz dönemde sinemaya baskı ve sansür uygulandığını ileri süren Evren, bunun sinema dergileri tarafından sorgulanması gerektiğini ancak sorgulanmadığını söyledi.

“Beyoğlu’nda artık sinema olgusu bitti. Artık semt sinemaları kapandı. Son Sinepop’la birlikte tarihe gömüldü” diyen Evren, sinemaların alışveriş merkezlerine kaydığını, sinemaya gitmenin film izlemenin ötesinde bir ritüel olma olgusunun ortadan kalktığını, bunun da ‘korkunç bir şey’ olduğunu, bunun sebeplerinin irdelenmesi gerektiğini dile getirdi.

Dergilerin özel sayılar çıkarmaları gerektiğini belirten Evren, “Bizim gazetecilikte sinema dergisinin tutulup tutulmadığına, değerli olup olmadığına dair bir kıstas vardır, o da çok basittir: Eğer bir sinema dergisi, piyasaya çıktıktan bir ay sonra sahhaflara düşüyorsa, okunup, bakılıp atılan dergidir. Eğer sahhaflara düşmüyorsa saklanan dergidir” dedi.

Sinema öğrencileri bile sinema dergisi okumuyorlar

Sinema dergilerinin tirajının çok düşük olduğunu, sinema dergisi okuma alışkanlığının ortadan kalktığını dile getiren Evren, şunları söyledi:

“Ben, hasbelkader yedi üniversitede sinema dersleri veriyorum. Vallahi bu güne kadar öğrencimin elinde bir-ikisinin dışında bir sinema dergisi görmedim. Meselâ benim sınav sorularımdan birisi, 3 tane sinema eleştirmeninin adını sayın diyorum, hâlâ bizleri sayıyorlar, eskileri sayıyorlar. Yani sinema dergisiyle bir bağlantı yok. Daha kötüsünü söyleyeyim; A tipi festivallerde kapıda bazı sinema dergileri promosyon olarak konuyor; inanın sinemacı bile promosyon olarak sunulan o dergileri eliyle tutup almıyor. Alsa bile baktıktan sonra oturduğu yere bırakıp gidiyor.”

Evren, sinema dergilerinin, sinemayı sevdirecek, sinemayı öğretecek, sinemanın tadını, zevkini, keyfini verecek en önemli araçlar olduğunu ancak sinemayla bilfiil uğraşanların bile bu dergilerden habersiz olduklarını söyledi.

"Sinema Belge"yi yayınlamak istiyorum

Bir sinema dergisinin çıktıktan bir süre sonra kapanacağını bildiği halde bu işi yapmaktan geri durmadığını ifade eden Evren, sözlerine şöyle devam etti:

“Yine yaparım, 3 sayı da çıksa. Şimdi işte kafamda ‘Sinema Belge’ diye var. Elimde binlerce eski Türkçe belge var. Bunları yayınlamak istiyorum. Kim okur, bilmiyorum ama bu belgeler benimle gitsin istemiyorum. Mutlaka ve mutlaka biliyorum ki, benden sonraki kuşaklar, bu belgelere bakarak çok yararlanacaklardır. Böyle bir hevesim var. Belki 100 tane satarım ama mutlaka sinema dergisini ben, çok satandan daha çok, çok doğuran, yani akademisyenlerin eline geçmesini, gerçek kişinin eline geçmesini istiyorum; çünkü o belgeleri veya o dergileri onlar doğurarak binlerce yazıyla yayabilirler. Amacım ana kaynağa seslenmekti, hiçbir zaman okura oynamadım. Birkaç kere oynadım yine aynı neticeyi aldım. Onun için, demek ki ona da satsan buna da satsan aynı…”

Günümüz dergileri

Filmleri bir süper arket ürünü gibi değerlendirmiyoruz

Altyazı dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Fırat Yücel de, derginin çıkış hikâyesini özetledi. Yücel, derginin, başlangıçta doğrudan sinemaya yoğunlaşan bir dergiyken zamanla farklı disiplinlerden faydalanan bir dergi hâline geldiğini söyledi. Yüceli derginin sinemaya bakışını ve filmler karşısındaki duruşunu tanımlarken de, “Eğer ki siz, eleştirel yaklaşımınızda bir filmi ‘iyi-kötü’ şeklinde bir sınıflandırma yolunu tercih ederseniz her zaman piyasanın bir parçası hâline gelirsiniz diye düşünüyorum. Çünkü piyasanın talebi, filmlere aslında bir süper market ürünü gibi bakmanızdır. Bir şekilde o oyunun parçası olduğunuzda, aslında eleştirel düşünce üretemez bir hâle geliyorsunuz” diyerek, bu tavrı benimsemediklerini ve Altyazı’nın bu belirlemeden sonra rayına oturduğunu anlattı.

Sinema çevreleri özgün içerik için destek vermiyorlar

Sinema dergisi Yazı İşleri Müdürü Engin Ertan da, dergilerinin başlangıçta sinema eleştirisine yer vermeyen popüler bir dergi projesi olarak düşünüldüğünü ancak bu projenin işletilemediğini ve 5. sayıdan sonra kadrosunun değiştirilerek sinema yazarlarının içerik hazırladığı bir dergiye dönüştürüldüğünü anlattı. Ertan, sıradan bir sinemaseverin de bir sinema tutkununun da, sinemayı öğrenmek isteyen birinin de eşdeğer bir içerik bulabileceği bir dergi yapmak istediklerini ifade etti.

Dergilerin özgün bir içerikle çıkmalarının çok arzu edilen bir şey olduğunu ancak Türkiye şartlarının buna imkân sağlamadığını söyledi. Ertan, “Çünkü yurt dışında olduğu gibi burası dağıtım şirketlerinin sinema yazarlarına aylar önceden ‘Aa tabi sizin düzgün bir içerik sağlamanız için biz filmi size bir ay öncesinden izlettiririz. Tabii ki istediğiniz her türlü filmin setine de göndeririz. Özel röportajlar da ayarlarız’ diye imkân sundukları bir yer değil. Dolayısıyla ister istemez hani bazen filmi görmeyip de filmle ilgili beklentinize dair bir izlenim yazısı yazdığınız… (…) Bu gibi sorunları var işte. Yani yurt dışındaki meslektaşlarımız kadar bilgiye zamanında ulaşmak konusunda çok ciddi sorunlar var” diye konuştu. Ertan, ticarî getirisinin olmayışı sebebiyle sinema dergilerinin yayıncı patronlar tarafından da sevilmediğini belirterek, “Bir sinema dergisine yatırım yapan kişinin kesinlikle ve kesinlikle bir sinemasever olduğunu ve bunun sayısının da çok fazla olmadığını biliyoruz Türkiye’de. Dolayısıyla satışınızın öyle 50 binlerde 60 binlerde seyretmesi mümkün değil Türkiye’de, eğer sinema dergiciliği yapıyorsanız” dedi.

Sinema dergiciliği Don Kişot'luk

Film Arası dergisi Genel Yayın Yönetmeni Suat Köker ise, dergilerinin, arkadaş çevresi içinde yapılan sinema konuşmaları sürecinde ‘kendiliğinden’ doğduğunu ifade etti. Derginin ekonomik sıkıntı çektiğini, Türkiye’de sinemanın henüz gerçek anlamda bir meslek olarak kabul edilmediğini ifade eden Köker, “Böyle bir alana yönelik bir dergi çıkarmak zaten başlı başına bir Don Kişot’luk” dedi. Köker, dergi çalışanlarının para almadıklarını ve derginin büyük bir özveri ile çıktığını kaydetti.

Patronların gözünde değeri yok

Modern Zamanlar dergisinden Ege Görgün de, Türkiye’de sadece sinema dergilerinin değil akla gelebilecek her türlü derginin okur sıkıntısı çektiğini belirterek, şöyle konuştu:

“Sektörün başındakiler için artık dergiler, kendileri de dergici olmadığı için, dergileri sadece araya reklam alınacak, insanların yazı yazdığı, fotoğraf koyduğu nesneler olarak görmeye başlamışlar. Yani o reklamlar girdikten sonra ne yazıldığını pek umursamıyor patronlar açıkçası. Yurt dışında çoğu dergi, sadece satış rakamıyla bile kendini döndürebilecek durumdadır ama Türkiye’de dergilerden reklamları çıkarın, ben zannetmiyorum ki reklam olmadan herhangi bir dergi kendini çevirebilecek güce sahip olsun. (…) Türkiye’de ciddi bir okur sıkıntısı var ama o okur sıkıntısını aşabilecek içerik üretebilecek bir dergicilik müessesesi de yok ama ikisi birbirini zaten tetikleyen şey. Patronların dergiye yatırım yapabilmesi için, onlar bekliyor ki ‘Bu dergi çok satsın, ben de yatırım yapayım’ ama diğer taraftan yatırım yapmadan da okur kazanamıyorsun. Yani, bir paradoksun içerisinde tıkanmış durumda Türkiye’deki dergicilik.”

Dergiciliğin en büyük probleminin dağıtım problemi olduğunu belirten Görgün, “Dağıtım, ‘Benim 1 milyon Dolarım var’ diyen adamı bile 1 sene sonra bitirir. Dağıtımı aşamadığınız zaman da, yani o parayı verdiğiniz sürece bağımsız dergilerin büyümesi, gelişmesi söz konusu değil zaten” dedi.

Dergiler neden okuyucu edinemiyor?

Dergiler satışla değil reklamla ayakta duruyorlar

Panelin soru-cevap bölümünde konuklara sinema dergilerinin neden yeterince okuyucu bulamadıkları soruldu.

Modern Zamanlar dergisinden Ege Görgün, bunun sadece sinema dergilerine mahsus bir problem olmadığını belirterek, “Türkiye’de dergi okunmuyor. Dergi okuma kültürü yok. Yani sinema dergileri okunmuyor değil, diğer dergiler de okunmuyor. Okunuyor sandıklarınız çok az okunuyorlar. Dergiler sadece reklamlar sayesinde ayakta duruyor. Yani o dergileri biz içlerini yapıyoruz ama o dergileri ayakta tutanlar, kapı kapı dolaşıp şık şık giyinen reklamcı hanımlar, reklamcı beyler… Dergiler onlar sayesinde ayakta kalıyor” diye konuştu.

İşimizi ticarî bir iş olarak görmüyoruz

Altyazı dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Fırat Yücel de, sinema dergicilerinin yaptıkları işe ticarî bir bakışları olmadığını belirterek “Hani bir bakkal gibi davransak sinemayı da o kadar pazarlanabilir bir hâle getirebiliriz. Bazı rakamlar var, hani yanında promosyonunu da yapıp, afiş, CD gibi hediyelerle bunu daha çekici kılan, 20 binlere ulaşan örnekler var. Ama öyle ticarî bir bakış burada kimsede yok. (…) Türkiye’de nitelik arttığında satış azalabilir” dedi.

Sinema, izlendiği kadar okunan bir olgu değil

Burçak Evren ise, “Ben niye sinema dergisi çıkartıyorum? Benim bir derdim var. Sinemamla bir derdim var, ülkemle bir derdim var, bir amacım var, bir ideolojim var, bir dünya görüşüm var. Yani dergi çıkarmak için çıkarmıyorum ben. Para kazanmak için ve ticaret yapmak için de çıkarmıyorum; çünkü ben dergiciyim. Sinema dergisi diye bir derdim var benim, söyleyecek bir sözüm var; bunun için çıkartıyorum. Bunun ticarî olmadığı zaten belli. Biz, sinema dergiciliğinde her kulvarı denedik. Tutmuyor; çünkü sinema, izlendiği kadar okunan bir olgu değil. 73 tane iletişim fakültesi, 35 tane güzel sanatlar, binlerce sinemasever… Almıyorlar! Hangi sanat dergisi sattı Türkiye’de? Bırakın sinema dergisini, kültür sanat dergisi? Satmadı! Çünkü dertleri o değil. Televizyonda bin tane spor programı var. Gazetelerde sanat sayfaları dörtte bir, bazen hiç yok. 5 sayfa spor sayfaları var. Peki Türkiye’de ciddi bir spor dergisi çıkıp da sattı mı? Satmaz! Çünkü izlenir, konuşulur. Lütfi Akad’ın dediği gibi, Türkiye’de herkes bir kendi işini, bir de sinemayı biliyor. Şimdi bir de sporu biliyor. Fakat ciddi bir spor dergisi var mı? Futbolun dışında, atletizm müsabakasına stadyumda kaç kişi gidiyor? 3 kişi gidiyor, 5 kişi gidiyor. Yaşamımızda yok. Sinemamız da böyle; izlendiği gibi okunan bir olgu değil. Kimse okumuyor. Sinemacı da okumuyor. Öğrenci okumuyor. Sinemayla bilfiil ilgilenen kişi okumuyor. (…) Yani biz konuştuğumuz gibi düşünmüyor, düşündüğümüz gibi konuşmuyoruz. Hep iyisini istiyoruz ama iyisini dışlıyoruz. Sinema, izlendiği kadar okunan bir meta değil. Peki sinema dergisini okumayacaksanız sinemayla bilgi birikimi nasıl elde edebilirsiniz? Kitaplar zaten 500 tane satıyor. (…) Artık dergi okuma alışkanlığını yitirdik.

Sinema hiçbir zaman okunmayacak

Altyazı dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Fırat Yücel, bu durumun Türkiye’ye has bir durum olmadığını, yurt dışında da pek çok sinema dergisinin kapandığını, yayınlananların da satış rakamlarının çok düşük olduğunu söyledi. Sinema dergisi Yazı İşleri Müdürü Engin Ertan da, “Sinema hiçbir zaman çok okunmayacak” dedi. Sinema dergisi Yazı İşleri Müdürü Engin Ertan da, Sight & Sound dergisinin bile dijital versiyona geçtiğine işaret etti. Türkiye’de kültürle, okuma ile ilişkinin çok daha vahim boyutlarda olduğunu ifade eden Ertan, şöyle konuştu: “Ben yüksek lisans yaparken sinema bölümüne gelip master yapacak öğrencilerin makale okumayı reddettiklerini gördüm. ‘Biz teknik şeyler öğrenmek için geldik buraya. Niye bize akademik şeyler okutuyorsunuz, anlamıyoruz’ dediklerini gördüm ve bunlar hani lise öğrencisi değil, ne istediğini bilmeden üniversiteye yerleşmiş lisans öğrencisi değil; kendisi seçip sinema yüksek lisansı yapmaya gelmiş çocuklar.”

Zamanın ruhu kolaycılığı telkin ediyor

Modern Zamanlar dergisinden Ege Görgün ise, 'zamanın ruhu' olarak nitelendirdiği tüketim toplumunun özellikle 80 sonrası doğan kuşağa ‘sen istediğin her şey olabilirsin ve bunun için uğraşmak zorunda da değilsin’ mesajı verdiğini, üniversite öğrencilerinin de okumadan yazmak istediklerini çünkü okumadan yazabileceklerine, çalışmadan yapabileceklerine  inandırıldıklarını ifade etti. Görgün, çıraklık, ustalık süreçlerine artık itibar edilmediğini söyledi.

(Haber: Sürur Öztürk / Fotoğraf: Gültekin Karakaş)

0 yorum: